Bir gün önce satın aldığımız Luksor Turu için 04:30 civarında otelimizin önünde otobüsle aldılar. Az gittik, uz gittik, çölleri aşıp, düz gittik ve 4 saatlik bir yolculuğun ardından, Luksor şehrine giriş yaptık. Şehre giderken yanımızda küçük bir nehir vardı ve bu nehri görünce Nil Nehri zannederek; '' Nil Nehri dedikleri bu küçücük nehir mi yahu?'' diye içimden geçirmiştim. Sonra bu nehrin üzerinden geçtik ve ileride devasa genişlikte bir nehir görünce, ne kadar yanıldığımı anladım. :D :D Bereketli Nil dedikleri olsa olsa bu nehir olabilirdi. Onca çöl geçtikten sonra nehrin etrafı yemyeşildi.
Belgesellerden izlediğim, antik Mısır İmparatorluğunun nasıl geliştiğinin kanıtı, karşımda akıp gidiyordu. Öyle etkileyici bir nehir ki; 6600 km'den fazla uzunluğu ve 9 ülkeden geçiyor olması insanı hayrete düşürüyor.
Bu şehirde ilk durağımız, dünyanın en büyük tapınağı olan Karnak Tapınağına ulaştık. Karnak Tapınağının yapımı bile 2000 yıl kadar sürmüş. Çünkü her gelen firavun, bu tapınağa bir şeyler ekletmiş. Bu bastığım topraklara benden önce milyonlarca insanın bastığı, tarihin tozlu sayfalarındaki tozların arasında yürüdüğümü düşündükçe, hayranlıkla gezindim durdum. Tapınağın ilk kısmı, sütunların olduğu kısım çok etkileyici ve görkemliydi. Buraya Hipostil Salonu deniyor. Burası antik Mısır'da taç giyme törenleri için kullanılan bir yermiş ve sadece firavunlar bu sütunların arasından geçebiliyorlarmış. Buraya gelmemde ki asıl amaçlardan bir tanesi, bu salonu görmek için duyduğum meraktı. Aldığımız tura tapınak girişi dahildi ama kendiniz gitmek isterseniz diye, giriş ücreti 120 EGP 'idi.
Karnak Tapınağı
Bu güzel rastlantının ardından, otobüse tekrar bindik ve Anıtkabir mimarının, Anıtkabir'i tasarlarken esinlendiğinin söylendiği Hatşepsut Tapınağına gittik. Hatşepsut, Mısır'ın tek kadın firavunuymuş ve 22 yıl boyunca hüküm sürmüş. Firavun olduktan sonra takma sakal kullanmaya başlamış ve kadın kıyafetlerini terk etmiş. Bazı tarihçiler, Mısır'ın altın çağını bu dönemde yaşadığından bahsetmekteler. Krallar Vadisinde bulunan bu tapınağı ziyaret ettikten sonra, asıl mezar odalarının olduğu kısma doğru yola çıktık. İsminden de anlaşılacağı gibi burada hanedana mensup onlarca kişinin mezarları bulunuyor. Bu mezarların özelliği, günümüzde canlı bir şekilde ve renkli olarak görebileceğiniz, formu bozulmadan kalan az tarihi kalıntılardan bazılarının burada bulunması. İçeride fotoğraf ve video çekmek kesinlikle yasaktı. Ben bu gibi yerlerde kesinlikle fotoğraf çekmem. Fakat bir arkadaşım çekmiş... Onun için aşağıda 1 fotoğraf paylaşacağım. Bu eski mezar odalarının içi çok acayip ve keskin küf gibi ağır bir kokusu var. İçeride uzun süre durmak insanın hafiften midesini bulandırabiliyor. Hem Krallar Vadisi, hem de Hatşepsut Tapınağının giriş ücretleri ayrı ayrı 80 EGP'idi. Biz herhangi bir şey ödemedik. Bu fiyatlar da tura dahildi.
Hatşepsut Tapınağı
Tapınakta ismimin harflerinin gözüktüğü bir hiyeroglif yazısına denk geldim.
Krallar Vadisi Mezar Odasının İçi
Adadaki Muz Tarlası
4 saatlik yolculuğun ardından tekrar otelin önüne bıraktılar ve arkadaşımızın 1 tanesi işleri nedeniyle, İstanbul'a dönmek zorunda kaldı. Valla iğrenç bir durum. İş denen şey, hayatımızı idame ettirebilmek adına çalıştığımız ve ömrümüzün bir kısmını satarak ücret aldığımız bir uğraşı diye özetleyebiliriz. İş için insanın tatilini yarıda kesmek zorunda kalması çok tuhaf bir durum. Umarım hiç birimizin başına böyle bir durum gelmez. Arkadaşımızı uçağa yolcu ettik ve yarın yola çıkacağımız için, sabah kahvaltılık bir şeyler almak amacıyla marketten alışveriş yaptık.
Ertesi gün Kahire'ye doğru yola çıkacaktık. Bu şehirde, merakla beklediğim Giza Piramitlerini görecektim. Filmlere, kitaplara ve efsanelere konu olmuş bu muhteşem yapıları görmek için aşmam gereken bir çöl vardı. Gerekirse bu çölü develerle bile aşabilirdim ama otobüs bileti aldığım için, otobüs ile aşacaktım. Uyumadan önce bir müzik açtım ve hayallerle uykuya daldım.
Bir sonra ki yazıda görüşmek dileğiyle hoşça, mutlulukla, huzurla ve sağlıcakla kalın.
GEZGİN ŞİŞKO
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder